Aşağıda “İstanbul Tersanesi sahibi kim?” sorusunu toplumsal yapıların ve bireylerin etkileşimi ekseninde, cinsiyet rolleri ve kültürel pratikler çerçevesinde ele alan özgün bir blog yazısı var:
—
İstanbul Tersanesi Sahibinin Ardındaki Toplumsal Ağlar: Bir Sosyoloğun Gözlüğünden
Bir araştırmacı olarak, şehirlerin yapılarını incelemek bana hep birer “toplumsal mikrokozmos” gibi gelir. İstanbul’un tersaneleri de yalnızca gemi inşa tesisleri değildir; aynı zamanda sermaye, güç, kimlik ve toplumsal cinsiyetin kesişim noktalarını saklayan aynalardır. “İstanbul Tersanesi sahibi kim?” sorusu, salt bir mülkiyet meselesi değildir — bu soruya verilen yanıta bakarak toplumun değer sistemini, toplumsal rolleri ve kültürel pratikleri okuyabiliriz.
Önce biraz tarihsel ve kurumsal gerçekleri kısaca özetlemek gerekir: İstanbul Tersanesi (İstanbul Shipyard), 1980’lerde kurulan ve 2003 yılında SNR Holding bünyesine girerek “İstanbul Tersanesi” adını almış bir tersane olarak bilinir. [1] Kanıtlar, tersanenin uzun miraslı bir kamu ya da Osmanlı devleti yapısından ziyade özel sermayeye devredilmiş bir girişim olduğunu gösterir. [1] Ancak “sahip” dediğimizde yalnızca sermaye sahipliğini değil, toplumsal anlamda “kimlerin sesinin duyulduğunu”, “kimlerin karar alanlarına eriştiğini” anlamamız gerekir.
—
Toplumsal Normlar ve Mülkiyet Algısı
Bir tersanenin sahibi, genellikle kamusal bellekte “güç odağı” olarak algılanır: kim şirketin adını koyuyor, kim karar veriyor, kim saha düzenini biçimlendiriyor? Bu mekanizmaların ardında toplumsal normlar, kurumların nasıl işleyeceğini belirler. Örneğin, kamu mülkiyeti fikri ile özel sermaye mülkiyeti arasındaki normatif gerilim (kamusal yarar mı, bireysel kar mı öne çıkmalı?) İstanbul Tersanesi örneğinde görünür.
Toplumsal normların yönlendirdiği bu mülkiyet biçimleri, aynı zamanda “altyapı” ve “üretim” ile ilişkilidir: tersane gibi stratejik tesislerde devlet ile özel sektör arasındaki sınır, normlarca belirlenmiş bir çizgi gibidir. Kim “kamusal yarar”ı vurgularsa toplumsal meşruiyet kazanır; kim sermayeyi öne çıkarırsa suçlanabilir.
—
Cinsiyet Rolleri: Yapısal ve İlişkisel İşlevlerin Gölgesi
İş dünyasına baktığımızda, erkeklerin çoğunlukla “yapısal işlevlerle” (stratejik karar, sermaye yatırımı, yönetsel hiyerarşi) ilişkilendirildiğini, kadınların ise “ilişkisel bağlar”, “sosyal sermaye”, “aracılık”, “destek görevleri” gibi rollere kanalize edildiğini sıkça görürüz. İstanbul Tersanesi’nin sermaye sahipliği ve yönetimi de bu toplumsal kodlardan muaf değildir.
Örneğin, şirketlerarası anlaşmalar, yatırım kararları, mülkiyet devri süreçlerinde karar alma masasında genellikle erkekler yer alır. Kadınlar daha çok “ilişkisel süreçlerde” (örneğin kamu kurumlarıyla iletişim, toplumsal temsiliyet, proje koordinasyonu) aracı rollerle görünür olabilir. Bu, yapısal alanların hâkimiyetinin erkeklere teslim olduğu, ilişkisel alanların ise kadınların elinde kaldığı bir toplumsal bölünmedir.
Tersanenin sahibine baktığımızda, SNR Holding gibi bir sermaye grubunun öne çıkması, bu grubun üst kademe yönetiminde erkek egemenliğinin güçlü olabileceği ihtimalini akla getirir. “Sahiplik” ya da “yönetim” pozisyonuna erişmede toplumsal cinsiyetin sessiz yasaları işler: sermaye dünyasında erkek dışlanabilir mi? Az görülür.
—
Kültürel Pratikler ve Yerel Kimlik Örgüsü
Tersane gibi “denizci alanlar”, kültürel pratiklerle yoğurulmuş sahalardır. Deniz kültürü, işçi kültürü, teknik ustalık geleneği — tüm bu unsurlar tersane sahasında toplumsal kodları besler. Bu kültürel pratikler, kimlerin tersaneye girip çıkabileceğini, kimlerin sesini duyabileceğini belirler.
Örneğin, geleneksel olarak gemi tamiratında ağır sanayi işleri “erkek işidir” olarak kodlanmıştır. Kadın emekçiler tersane çeperinde destek işler ya da ofis/sekreterya alanlarında bulunur. Bu durum, tersanenin ikincil lojistik ve idari alanlarında kadın görünürlüğünü artırırken, asıl “çelik, kaynak, gemi inşa” sahalarında kadınların yer almasını sınırlayabilir.
Aynı zamanda kültürel pratikler, “yerel aidiyet” ve toplumsal meşruiyetle ilgilidir. İstanbul Tersanesi’nin adı ve marka algısı, toplumda “deniz kenti İstanbul” kimliğiyle örtüşme çabası da taşır. Bu kimliksel çaba, sermaye sahiplerinin sahiplik iddialarını toplumsal meşruiyetle örtüştürmek isteyen stratejilerle bağlantılıdır.
—
Sonuç: Sahip Kimidir, Ama Anlamı Naktır
İstanbul Tersanesi’nin resmi sahibi olarak SNR Holding adlı sermaye grubu ön plandadır. [1] Ancak bu “sahiplik”, yalnızca şirket mülkiyetiyle sınırlı değildir; toplumsal normlardan, cinsiyet rollerinden, kültürel pratiklerden koparılamaz bir ağın merkezidir. Yapısal işlevler erkeklerin elinde yoğunlaşırken, ilişkisel süreçler kadınların görünür rol alanı haline gelir; kültürel kodlar buna meşruiyet üretir.
Okuyucuya birkaç tartışma noktası sunmak isterim:
– Bir tersanenin mülkiyeti değiştiğinde, toplumsal statü ağları da nasıl değişir?
– Yapısal ve ilişkisel rollerin cinsiyete göre dağılımı, tersane içi iş bölümlerinde nasıl tezahür eder?
– Eğer kadınların daha fazla yapısal işlevde yer alması sağlansaydı, tersanenin yönetimi ve toplumsal meşruiyeti nasıl farklı olurdu?
– Kültürel pratikler ve teknik kodlar, mülkiyetin toplumsal kabulünü nasıl besler?
İstanbul Tersanesi, yalnızca bir deniz tesisinden ibaret değildir; toplumsal ilişkilerin, cinsiyetin, sermayenin, kültürel temsillerin birbirine dolandığı bir sahnedir. “Sahip kim?” sorusunu sorarken, aslında toplumsal kodları da sorgulamaktan kaçınmamalıyız.
—
Sources:
[1]: https://www.istanbulshipyard.com/tr/kurumsal/tarihce/tarihce?utm_source=chatgpt.com “Tarihçe – İstanbul Shipyard”